Evet, bal gibi öğretmen oluruz
Görme engelliyim ve öğretmenim. Daha doğrusu düne kadar öğretmendim. 9 Şubat 1993’te başladığım Milli Eğitim Bakanlığı ’ndaki görevimi 20 yıla yakın sürdürdüm. Bu sürenin 13 yılı bilfiil öğretmenlikle geçti. 7 yıl da İstanbul İl Milli Eğitim Şube Müdürlüğü görevinde bulundum. Bunları, şimdi okuyacaklarınızı ‘ne vasıfta bir kimse’nin yazdığını ifade etmek için yazmak istedim. İstinye Körler Okulu 1. sınıfa 1976 yılında başlamıştım. Kulakları çınlasın, Şerafettin Gürgen, rahmetli Muharrem Polat, Kadir Özel, Fikret Kurnaz benim öğretmenlerimdi. İnanın hepsinden çok şeyler öğrendim. Hepsiyle ilgili, bende iz bırakan etkili ve faydalı bir eğitim hatırasını nakledebilirim. Hele bir Hüdaverdi Gaffaroğlu vardı ki bence muhteşem ötesi bir öğretmendi. En az bir yabancı dil bildiğini çok net hatırlıyorum. Ama onun ötesinde, çok sesli müzik koroları kurarak gören ve görme engelli öğrencilere birlikte koro yaptırmalar mı dersiniz, yoksa, görmeyen öğrencileri okusun diye gönüllü kabartma kitap yazmaklar mı? Hem de ne süratle…
Unutulmaz bir ders
Birinci sınıftayız...
Arkadaşım Aykut’la müzik odasının kapısında şakalaşıyoruz, tepiniyoruz, gürültü yapıyoruz. Birden Hüdaverdi Öğretmen geldi:
- Evladım ne bu gürültü? Kimdi onlar bakayım?
Önce bir sessizlik. Sonra ben yavaşça:
- Bendim öğretmenim, Halis, diyebildim.
Fakat, Allah rahmet eylesin, Hüdaverdi Öğretmen bu itirafım üzerine bana öyle bir ders verdi ki, benim için etkisihayat boyu devam eden bir köşe taşı oldu:
- Aferin evladım, dürüst olduğun için sana ceza vermiyorum.
Şu davranıştaki müthiş bilgeliği, işaret ettiği değeri, olayları yönetmedeki kabiliyeti görebiliyor musunuz? Yalnız öğretmenlik-idarecilik hayatımda değil, hayatımın her döneminde bana rehber olan örnek bir davranıştı bu.
Peki sorarım size: Bu davranışın görmekle, görmemekle ilgisi var mı?
Devam edelim. Ben öğretmenliğe başlayana kadar, görmeyenlerin öğretmen olup olamayacaklarına ilişkin tartışmalar hep oldu. Hatta bir gün, öğretmenliğe başladığım okul olan Kilyos Veysel Vardal Görme Engelliler İlköğretim Okulu’nda müdürümüz Hüseyin Yılmaz’ın odasında oturuyoruz. Görme engelli müdür muavini Fikret Bey’le, onu o göreve getiren gören müdürümüz Hüseyin Yılmaz tartışıyorlar. Fikret Bey, “Eskiden okulumuzda görme engelli öğretmenler daha fazlaydı, bence eğitim kalitesi daha yüksekti” diyor. Hüseyin Bey itiraz ediyor: “Hayır bence şu an gören öğretmenler çok ve eğitim kalitesi bugün için daha iyi.” Bu arada hemen belirteyim, Hüseyin Bey’in üç evladı var, üçü de görme engelli ve üçü de öğretmen. Yani demem o ki, görme engelli öğretmenlere karşı bir insan değil.
Dediler ki:
- Halis Bey sen nasıl düşünüyorsun?
Ben de dedim ki:
- Kusura bakmayın ama bence bu yanlış bir tartışma. Bir insanın iyi bir öğretmen olup olamayacağını, gözlerinin görüp görmemesi belirlemez. Öğretmenlik becerisi çok özel bir beceridir. Gören herkes öğretmenlği yapamayacağı gibi, görmeyenlerden de yapabilecek ve yapamayacaklar olabilir...
‘Öğretmen dediğinin gözü görür’ mü?
İşin doğrusu halen de böyle düşünmekteyim. Bana göre, öğretmenliğe kabul süreçlerini iyi yönetebilirsek, yani öğretmenliğe kabulü yalnız şıklı sorulardan oluşan sınavlarla yapmaz, uygulamaya da bakabilirsek veya ta başından eğitim fakültelerine alınacak kişilerde kriterler belirlersek, çok daha kaliteli öğretmenler elde edebiliriz. Ama hemen vurgulamak gereken bir şey var: Kişilerde ‘öğretmenlik yapabilme’ vasfı arayacaksak bu kriterler neler olabilir; açıkçası şu an için bilmiyorum ama bu kriterlerin arasında ‘gözünün görüp görmemesi’ asla olamaz, olmamalı!
Neden?
Çünkü gören insanların yapabildiği ama gözlerini ve görmesini kullanarak yapabildiği birçok şeyi ben görme dışında başka duyularımı kullanarak pekâlâ yapabiliyorum. Mesela gören insanlara kalsa, “Görmeyenler bilgisayar kullanabilir mi” diye soracaklar! “Ne münasebet efendim, ekranı nasıl görecekler” diyecekler belki...
Halbuki bu değerlendirme, bilgi eksikliğinden kaynaklanır. Bu değerlendirmenin arkasında, ‘bilgisayar ancak gözle kullanılabilir’ varsayımı yatmaktadır. Oysa bugün artık ekranı okuyan programlarla görme engellilerin de bilgisayar kullandığını neredeyse bilmeyen kalmadı.
Ben 1993’te öğretmenliğe atanırken yaşadığım saçma sapan problemlerin halen yaşanmakta olduğunu gördüm. Problem dediğim de Sağlık Bakanlığı’yla Milli Eğitim Bakanlığı arasında yaşanan, “Her iklim, bölge şartında öğretmenlik yapabilir” raporuna ilişkin bir anlaşmazlık... Milli Eğitim Bakanlığı, “Bu rapor olmadan olmaz” diyor. Sağlık Bakanlığı da “Ben nereden bileyim görmeyen bir adamın öğretmenlik yapabileceğini” diyor. Yani bir ülke, bir konuda abartısız 20 sene aynı problemi, bir karınca adımı ilerlemeden yaşayabilir mi? Maalesef yaşanan budur. Yaşanan, konuyu bilmeyen bürokratların yanlış değerlendirmelerinin sonucudur.
Yıllar önce, işin akademisyenleri, “Görme engelliler kesinlikle masörlük yapamaz” demekteydiler. Oysa bugün, ‘dokunma duyarlılığı’ sebebiyle, görme engellilerin fevkalade masaj yapabildiklerini biliyoruz.
Her görmeyen de her gören de olmamalı
Doğrusu yazılacak çok şey var. Gelinen noktada Sayın Başbakanımızın çıkışı doğrudur. Engelliler bal gibi öğretmenlik yaparlar. Yalnız bir kayıt da buraya koymak lazım: Nasıl ‘gören herkes’ öğretmenlik yapamıyorsa; görme engelliler ve diğer engel gruplarının öğretmenlik yapabilmesinde de doğru kriterlerin aranması gerekir. Ben öğretmenlik yapamıyorduysam, Milli Eğitim müfettişleri neden sürekli bana yüksek puan verdiler ve ben 6 yıl üst üste yüksek puan almam nedeniyle (hatırladığım kadarıyla en az iki kez) ‘kademe’ ile ödüllendirilmiştim?
‘Gören’ öğrencilere nasıl İngilizce anlattığımı bilmek isteyenler de Arnavutköy Âşık Veysel İlköğretim Okulu öğrencileri ile Ümraniye Davut Akidil İlkokulu öğrencilerine sorabilirler.
Yani Meclis kayıtlarına giren, “Tecrübeler göstermiştir ki, engelliler öğretmenlik yapamaz” ifadesi Milli Eğitim Bakanlığımıza yakışmamıştır. Elhasıl, önyargılarımızdan, bilgisizliklerimizden kurtularak kriterler koyarsak, kriterlerimize uyan herkes öğretmenlik yapabilir. Engelli veya değil, fark etmez.