Hayata Dokunmak
HALİS KURALAY’IN “Bir a’manın hayata ilişkin notları” diye tanımladığı Hayata Dokunmak adlı kitabını okuduğum günlerdi.. İnsanı bütün esmasına mahzar olarak yaratan Müsemma-yı Zülcelal’in Basîr ismine ayine olarak yarattığını çok iyi bildiğimiz gözü ve görmeyi, bir kısım insanlara vermemiş olması, görmeyen kişinin o isme mahzar olmaması anlamına gelmeyeceğine göre; onun mazhariyetinin nasıl bir mazhariyet olduğunu düşündüm.
Kuran lügatine baktığımda, “basara” köküne karşılık; görmekten başka “görüleni idrak etmeye benzeyen kuvvetli ilme ıtlak edilmekle, açıkça bilmek manasını da ifade eder” yazıyor. Yani bir şey hakkında ilim sahibi olup, o şeyi açıkça bilmek manasına geliyor. Böyle bir bilmeye misal olarak: “kalp basireti” denildiğinde, görüntü olarak görmekten çok, kalbin bazı şeyleri fark edebilir, tanıyabilir olması, haberdar olması, gafil olmaması manası akla gelir. Bu tariflere göre, Basîr’e mahzar olmak; görüntü görmekten başka, bir şeyden ve/veya özelliklerinden inceden inceye haberdar olmak, onu çeşitli yönlerden etraflıca tanımak, diğerlerinden ayırt eden farklarına varmak manasındaki basirete sahip olmak anlamında düşünülebilir.
Bir cismi görmeden dokunarak eğriliğini?büğrülügünü, köşelerini/ yuvarlaklıklarını düzlüklerini; dokusunu hissederek malzemesini, yumuşaklığını sertliğini, esnekliğini algılamak; ellerle her tarafını ihata edip enini boyunu belki hacmini saptamak, bir yere çarptığında çıkardığı sese göre, yoğunluğunu, ağırlığını ya da hızını tahmin etmek, sesin geliş yönüne göre ne tarafta ve ne kadar uzaklıkta, hangi yükseklikte vela hangi alçaklıkta olduğunu keşfetmek.. veya bir insanin sinirli mi, sakin mi, neşeli mi, üzgün mu olduğunu anlamak, gülümsediğini mi somurttuğunu mu görmek için; cümlelerindeki ritme ve vurgulara, ses tonundaki canlılık ve ahenge, hareket ettiği zaman çıkardığı seslerin nice niteliklerine dikkat etmek…
Bir insanin etrafındaki her şeyi tanımak için kullî olarak her an, hiç duraksamadan günlerce haftalarca, aylarca, yıllarca; yani ömrü boyunca kesintisiz bu şekilde keşifler ve tarifler yaptığını düşünürseniz; o insanin Basîr ismine ayine olmaktan uzak olduğunu söyleyebilir misiniz? Tam tersi görenlerden daha hususi bir tarzda Basîr ismiyle münasebbetdar olduğuna kâni olmaz misiniz? Basîr isminden gelen fiilin tasarrufâtı olmasa bu keşifleri ve tanımlamaları yapabilmesine imkan verir misiniz?
Cevşen mealinde; “gizli ve açık her şeyi her şe’niyle gören ve her zihayata layık ve münasip gözü kemal-i hikmet ve kudretle veren Basîr” yazıyor. Demek herkese verilen münasip göz tanımının içine; bu şekilde etrafındakileri ona tanıtan algi ve duyularının külliyetinden oluşan, bir bakış ve teveccüh hali girebilir. Ve belki de görmeyen insanların yaratılmasının bir hikmeti, Allah’ın bir isminin bir cilvesi olan görüntü görmeden sahip olunabilecek böyle bir basiretin mevcudiyetinin, daha parlak daha şeffaf idrak edilmesi olabilir, Allahualem. Gözü gören bir insan ne kadar dokunarak tanısa da, ne kadar seslere dikkat kesilse de eksik bir ayine olurdu. Bunları düşünmeye vesile olan kitabi telif ettiği için yazarına çok teşekkür ediyorum.
Görüntü görmeyen insanların Basîr’e mazhariyetinin bir sekli de görenlere bakan cihetiyle olsa gerek. “Gözüme gözlüğü yapan gözlükçü usta göze gözlüğün yakıştığını görür, sonra verir” misalinin ifade ettiği gibi; gözümün aslında gören değil, görmeyi gösteren bir gözlük olduğunu yani bana gözlük gibi takılan bir şey olduğunu, gördürenin Sani-i Basîr olduğunu düşündükten sonra; görmek için gözlük kullanmayan yani “görme engelli” dediğimiz insanlara gözlükçü ustanın gözlük yapmamasının bir nedeninin de, görmek için Allah’ın taktığı gözlüğe muhtaç olan görenlere acizliklerini göstermek olabileceğini düşündüm. Aslında herkes görme engelli insanların aciz olduğunu düşünür, düşünse ki görme engelliye verilmeyen görme kabiliyeti, gözüm bana takılmasaydı, benim onu hiçbir şekilde kendi çabamla temin edemeyeceğimi, kendime takamayacağımı gösteriyor. Görmeyen kişi, görenlerin acizliğinin açık bir delili olmuş oluyor. Görenlerin görmeyenleri aciz görmesi de aslında bu sebepten kaynaklanıyor. Görmesi sayesinde yapmaya alıştığı şeylerle öyle kendisini bağlamış ki, eğer görmesi olmazsa o kadar aciz kalacak ki, karşısındaki görme engelliyi kendi gözü olmasaydı ne kadar aciz kalacaksa o kadar aciz görüyor.
Elbette daha düşünülebilecek bir çok nokta vardır, ancak zihnim bu kadar yetti. Görmemenin hikmetlerini düşünürken, gören insanlara verilen görme nimetinin kıymetini takdir etmemiş olmak istemem. Bize gözlük yapan gözlükçü ustanın, hem gözü hem gözün gördüğünü görüp öyle yaptığına görenler şahittir.