Herkes kendi başarı öyküsünü yazsın…

Doğuştan kör Halis Kuralay’ın  “Hayata Dokunmak” isimli bir kitabı var, tavsiye ederim. Kuralay kitabında, önüne çıkan bütün zorlukları nasıl bir bir aşıp özürsüz bir hayat kurmayı başardığını anlatıyor. 

Halis’in hikâyesinden bir bölümü kendi ağzından dinleyelim: “Bir gün beni ve iki görme engelliyi daha pansiyon müdürlüğüne çağırmışlardı. Orada beş hanımefendiyle tanıştım. Bu insanlar bize yardımcı olmak için geldiklerini söylüyorlardı. İlk olarak da benim gözlerimi açtırmak istediklerini ifade ediyorlardı. Onlar, bu haberi duyunca benim kanat takıp uçacağımı düşünüyorlarmış.”

“Ben ise hiç beklemedikleri bir cevap verdim: ‘Doğrusu ya, ben düzenimi kurdum. Gözlerimin açılmasını da arzu etmiyorum,’ deyince yardımsever ablalar hayal kırıklığına uğradılar. ‘Ne diyorsun? Böyle bir şey nasıl olabilir?’ dediler.”

“Görünüşte onlar, beni mutlu etmek için gözlerimi açtırmayı planlamışlardı. Ama anlaşılan o ki, gözlerimin açılmasından asıl memnun olacaklar kendileriydi. Onların hatırları için muayeneye gittim; ama sonuç benim arzularıma uygun çıkmıştı…”

Başarı öyküleri de bir bakıma, Halis Kuralay’ın gözlerini açtırmaya çalışan o iyi niyetli hanımlara benziyor.

Yeteneklerimiz, kişiliğimiz, deneyimimiz ve kariyer başarımızı belirleyen diğer dış şartlar, bizim özel durumumuzu oluşturur. Bu yüzden, başkasında işe yarayan bir ilacın bize derman olması zayıf bir ihtimaldir. Örneğin, Halis’in alternatif bir reçeteye ihtiyacı yoktu; çünkü o çoktan kendi öyküsünü yazmış ve başarmıştı.
 
“Görme engeli bir kusurdur. Yakalandığı yerde sorgusuz sualsiz düzeltilmelidir?” mi diyorsunuz? Belli bir yaşa kadar gören ve bu duyusunu sonra kaybedenler için belki; ama doğuştan itibaren o dünyada yaşamayı öğrenmiş ve düzenini kurmuş birisi için değil.