Zirvedeki görmeyenler
Onlar, hem görme engelini hem de hayatın diğer engellerini aşarak zirveye ulaşmış... Hepsi alanlarında başarılı, istikrarlı isimler. Hatta örnek hayatlarıyla görenlerden daha iyi görebildiklerini iddia ediyorlar.Gözler birçoklarına göre “hayata açılan pencere” gibi algılansa da onlar için öyle değil. Hayata bir adım geriden başladıklarını kabul ediyorlar; ama birçoklarına göre daha ileride olduklarının farkındalar. 12 Ekim Dünya Görme Günü’nden ise haberleri yok. Çünkü onlar bu engeli çoktan unutmuş. Alanlarında oldukça başarılı ve tanınmış olsalar da mütevazılar. Herkes gibi hayatlarını sürdürüyorlar. Enerjik ve yaşama sevinci dolu ruhları var. Birçok sivil toplum örgütüne bilgi ve deneyimleri doğrultusunda yardım ediyorlar. Türk toplumuna örnek hayatlarıyla “düşüncendeki engeli kaldır” mesajı veriyorlar. Onları park-bahçede, belediye otobüsünde, kütüphanede, vapurda, alışveriş merkezlerinde, yaya geçidinde görmeniz mümkün. Hayatın içinde, hatta göbeğinde olmak onlar için önemli.
FUTBOL OYNARKEN GÖZLERİNİ KAYBETTİ
Dünyada 37 milyon görmeyen, 124 milyon da az gören yaşıyor. Türkiye’de ise 750 bin görme engelli var. Onların yüzde 25’i doğuştan, yüzde 75’i de geçirdiği bir hastalık sebebiyle görme yetisini kaybetmiş. Yıllardır tüm dünya 12 Ekim’i ‘Dünya Görme Günü’ olarak kutluyor. Türkiye’de ise 2006 yılından bu yana kutlanıyor bu anlamlı gün. Biz de 12 Ekim’i vesile bilerek hayata bir adım geriden başlayıp çok ilerilere gidebilmiş görme engellilerle, başarı hikâyelerini ve bu uğurda yaşadıkları zorlukları konuştuk...
14 yaşına kadar hiçbir engeli olmadan yaşayan biri, bir anda göremezse ne yapar? Bu sorunun cevabını Altınokta Körler Rehabilitasyon Merkezi’nin Zeki Akkök Masaj Eğitim ve Uygulama Bölümü sorumlusu Hakan Erdem’in hayatında bulmak mümkün… 14 yaşında, yerinde duramayan futbol âşığı biridir Erdem. Hayatının son profesyonel maçında havadan gelen topu karşılamak için yükselir. Top o kadar sert atılmıştır ki yüzüne gelir gelmez gözü kararır. Bu durumun geçici olduğunu düşünerek kimseye söylemez.
Aradan haftalar geçer. Fakat gözlerindeki karanlık perde kalkmaz. Gündelik hayatı biraz daha zorlaşır. Mesela, annesi yer sofrası hazırladığında görmeyip yemeklerin içine girer. Kendi bakımını yapmakta zorlansa da ser verir, sır vermez. Olayın patlama noktası ise hayli ilginçtir. Okul merdivenlerini zar zor inen Hakan, öğretmeninin merdivenlerden yuvarlanmasına sebep olur. Öğretmen: “Kör müsün oğlum?” deyince; “Evet göremiyorum” der. Bunun üzerine okul müdürü ve öğretmenler devreye girer. Anne-babasına Hakan’ın durumu anlatılır. Soluğu Malatya Devlet Hastanesi’nde alırlar. Acı gerçeği orada öğrenirler: “Hakan’ın gözlerindeki retina yırtılmış. Şu an yüzde 30 görüyor. İlerleyen yaşlarda hiç görmeyebilir.” Babası oracıkta yığılıp kalır ve ilk kalp krizini geçirir.
8 kardeş arasındaki tek görme engelli Hakan Erdem, zor günler yaşar. Babası ilkokul mezunudur. Fakat oğlunun sağlığına kavuşup eğitimine devam etmesini can-ı gönülden ister. Tedavi için Ankara Göz Bankası’na giderler. Sosyal güvenceleri yoktur. Babası bütün mal varlığını oğlu için harcar. Uzun süren ameliyatlardan sonra Hakan’ın gözleri yüzde 10 açılır. Mesela televizyonu görür ama içindekileri seçemez. Kitabı algılar; ama yazıları göremez.
OKULUNU BIRAKMAK ZORUNDA KALDI
Hayata hafif puslu bakmaya alışsa da futbol arkadaşları tarafından dışlanmaya başlar Hakan. Yaşadığı duygusal çalkantılar, arkadaşlarından tamamen kopmasına ve orta ikinci sınıfta okulunu bırakmasına sebep olur. Eğitimine devam etmek içinse tek seçenek körler okuludur. Başvurur, kontenjanın dolu olduğu söylenir. “Gel” dediklerinde ise 17’sinde bir delikanlıdır. Gitmekten vazgeçer. Bir yıl sonra İstanbul’a gelir. Dışarıdan bitirme sınavlarına girerek önce ortaokulu sonra da liseyi bitirir. Bu esnada dünyaca ünlü masör Prof. Dr. Zeki Akkök’le tanışır ve onun öğrencisi olur. Kendini en iyi şekilde yetiştirmeye çalışır. Bir yandan da Eskişehir Anadolu Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nü kazanıp tahsiline devam eder. “Başarmak benim için önemliydi” diyor Hakan: “Aileme yük olmak istemiyordum. Görme engelli olduktan sonra babamdan hiç harçlık istemedim.”
Hakan Erdem, kısa sürede kendini toparlamış. Futbol sevgisini yüzmeye vermiş. 50 metre serbestte 12 kez Türkiye birincisi olmuş. Kurbağalamada da 3’üncülükleri var. Görme engelli olması da hayli ilginçlik katıyor mesleğine. Ayrıca Türkiye’de en uzun ve tek resmi masörlük kursunun da sorumlusu şimdi. Şimdiye kadar 94 görme engelli gence masörlük eğitimi vererek iş hayatına atılmalarına vesile olmuş. Kendi mesleğiyle alakalı tüm eğitim programlarını, seminerleri takip ediyor. Eşi Elif Hanım da çok az görüyor. Bir fark var aralarında: Hakan Bey, akşamları hiç göremiyor. Kızları Dilara (3) anne-babasının göremediğinin farkında. Mesela babası bir şey istediğinde götürüp eline veriyor, uzatmıyor. Dolaşmaya çıktıklarında önlerine çıkan çukurları söylüyor. Yerde oyun oynarken “Burada ben varım” diyor. Hakan Bey ilk zamanlar Dilara’nın hassasiyetinden çok etkilenmiş. “Allah büyük, yardım ediyor.” diyor. Ona göre tüm bunlar Allah’ın bir hikmeti…
İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü Özel Eğitim Hizmetleri Şube Müdürü Halis Kuralay, Çanakkale Bayramiçli. 6 çocuklu bir ailenin doğuştan görme engelli tek çocuğu. Evin üniversite okuyan ilk ferdi aynı zamanda. Kuralay ailesi küçük Halis’in durumuna oldukça üzülüyordur. Babası okul çağına gelen oğlunu İstanbul İstinye’deki Körler Okulu’na yazdırır. Akraba ve komşular “Kör olduğu için Halis’i başlarından atıyor.” dese de kimseye aldırış etmez. Henüz 7 yaşındayken ailesinden ayrılır. Babası, traktör kullanmayı çok seven Halis’i, “Orada traktör süreceksin” diyerek götürür okula. Çamaşır alıp geleceğini söylese de bir daha geri dönmez. Ona hiç yalan söylememiş babasını günlerce bekler, “gelecek” diye. Halis’in 8 yıllık yokluğu, en çok da annesini etkiler; oğlunu okula her uğurlayışında gözyaşlarını tutamaz. İstinye’de 2’nci sınıftan sonra kimse “annemi babamı özledim” diye ağlayamaz. Dolayısıyla evinden gelen her çocuk gibi Halis de soluğu tuvaletlerde alır. Hayatın gerçekleriyle çok küçük yaşlarda yüzleştiğini söylüyor Kuralay: “Daha 7-8’inde bir çocuk… Akşamları çorabını yıkıyor, sabahları yatağını jilet gibi düzeltiyor, harçlığını idareli harcamaya çalışıyor, canı oyun oynamak istiyor; ama etüt saatlerine uymak zorunda.”
YEDİĞİM EN GÜZEL, EN ANLAMLI DAYAKTI
Halis, 4. sınıfta Körler Okulu’nun yakınlarındaki Recaizade Mahmut Ekrem İlkokulu’na geçer. Kaynaştırma eğitiminin ilk öğrencilerindendir. Öğretmeni Dursun Akaya, başarılı öğrencisi Halis’i hiç yalnız bırakmaz. Arkadaşları resim yaparken onun da eline kalem verir, çizmesini ister. Bir gün Dursun Hoca tüm sınıfı sessizliğe boğacak soruyu sorar: “Türkiye’de petrol nerede çıkar?” kimse cevap veremez. Çekmeceden çıkan cetveli görünce Halis korkmaya başlar: “Herkese tek tek vuruyor, sıra bana geliyordu. Öğretmenim bana da vurdu ve çok çok mutlu oldum. Çünkü ‘seni de diğer öğrencilerim gibi görüyorum, ayırt etmiyorum’ demekti onun anlamı. Hayatımda yediğim en güzel ve en anlamlı dayaktı.”
Yalnız, Halis’in kabartma ders kitaplarıyla sınıf arkadaşlarınınki uymaz. Körler okulundaki belletmenler, kaynaştırma eğitiminden doğan açığı kapatmak için bir sonraki günün derslerini ona okur, teybe kaydeder, sınavlara da aynı şekilde hazırlanır. Ortaokulla liseyi Büyükçekmece Lisesi’nde okuyan Halis, İngilizce ve matematik derslerinden şikâyet eder. Çünkü yapılan matematik işlemlerini görememek, oldukça canını sıkar. Edebiyatla arası çok iyidir. Kitap okumayı çok sevse de her zaman bir okuyucu bulamaz yanıbaşında. Çektiği tüm zorluklara rağmen okulunu takdirle bitiren iki öğrenciden biridir ama...
ANLADIM, SİZ DOLAŞMA ÖĞRETMENİSİNİZ!
Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nü kazanan Halis’in dersleri genelde orta hallidir. Çünkü derste öğrendikleriyle sınavlara girer, sınıf ortalamasının altında kalmayacak notlar alır. 2’inci sınıftan sonra “Ne olacağımı etrafımdakilere bir türlü anlatamıyorum” diyerek psikoloji bölümüne geçer. Kuralay, “Hayata dokunmak” adlı kitabında öğrenim sürecini anlatırken “iğneyle kuyu kazmak” tabirini kullanıyor.
Okulunu bitirmesine bir dönem kala İş ve İşçi Bulma Kurumu’na başvurur, kendi de iş arar. Telefonda Boğaziçi mezunu olduğunu duyanlar hemen görüşmeye çağırır. Fakat büyük şirketlerin kapısından dahi giremez: “Tüm yazı iş aramakla geçirdim. 1991’de mezun oldum. Allah, kulunun çok istediği bir şeyi onun aynasında görmek ister. İş ve İşçi Bulma Kurumu, beni Boğaziçi Üniversitesi’nin Kayıt İşleri Şube Müdürlüğü’ne yerleştirdi.” Halis Bey farklıdır; rahatlığıyla, tatlı diliyle tüm sorunları çabucak halleder. Ama “Daha iyi işler yapmalıyım” der hep. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Köksal Toptan engellilerin de öğretmen olabilmesinin yolunu açar ve Rehber ve Psikolojik Danışman olarak Veysel Vardar Görme Engelliler Okulu’na atanır. İlk zamanlar İngilizce öğretmen açığını kapatır. Aynı zamanda profesyonel olarak ud ve piyano çalan Kuralay, bütün okulun müzik derslerine de girer.
Halis öğretmen, öğrencilere yeni bir ufuktur; onları ilk kez ‘kaset yıllık’larla tanıştırır. Zamanla asıl mesleğine, yani psikolojik danışmanlığa döner. Okula yeni gelmiş ilkokul birinci sınıf öğrencisi, Halis Bey’i bahçede görür. “Siz ne öğretmenisiniz?” der. O da: “Buralarda dolaşıyorum, senin gibi annesini özlediği için ağlayanlara yardımcı oluyorum.” deyince gözü yaşlı ufaklık, “Anladım, siz dolaşma öğretmenisiniz” karşılığını verir. Böylece küçük sınıflar arasında adı “dolaşma öğretmeni”ne çıkar.
1997’den 2005 yılına kadar da Türkan Sabancı Görme Engelliler Okulu’nda İngilizce ve Türkçe derslerine girer Halis Kuralay. Öğrencilerin İngilizceye olan ilgilerini artırmak için sürekli gruplar arası yarışmalar düzenler, ödüller verir. Bir defasında da Beyaz Ay Derneği, başarılı olanlara ‘konuşan saat’ hediye eder. Lakin saat Türkçe değil, Rusça konuşuyordur. Üç öğrenci de buna çok üzülür. Fakat öğrencisi Suat hafta sonu tatilini konuşan saatin dilini çözmekle geçirir, başarıya da ulaşır. Yaşadıkları bu küçük olay Halis Hoca’nın üzerinde hayli etki bırakır: “Hayatımın en büyük dersiydi.” diyor.
2004 Ağustos’unda İstanbul Milletvekili Lokman Ayva, Kuralay’a Özel Eğitim Şube Müdürlüğü’nü teklif eder. Bu zamana kadar engelli hiçbir kimsenin görevlendirilmediği bu birimde, Halis Bey teklifi kabul ederek bir ilk olur. Halis Kuralay, özel eğitim ve kaynaştırma sınıf öğretmenleriyle zümre toplantıları yapar, eğitimleri sıklaştırır. İstanbul başta olmak üzere tüm Türkiye’deki okulları dolaşarak engellilere, engelli ailelerine ve tüm öğrencilere konferanslar verir. Halis öğretmene göre toplumdaki engelli imajını kaldırmak için engellilere pozitif ayrımcılık yapılıp ciddi görevler verilmeli. Gerçi Kuralay, herkesin ‘engellileri anlama eşiği’ olduğunu söylüyor. Eğer eşik düşükse çaba harcamak yersiz diyor.
TARSUS’UN DAĞ KÖYÜNDE BAŞLAYAN HİKÂYE
Doğuştan görme engelli bir başka isim de Selahattin Aydın (37). İstanbul Yunus Emre Lisesi’nde Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık yapan Aydın, görme engellilerin kullandığı Window Eyes okuma programını Türkiye’ye getiren kişi. Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji mezunu. Tarsus’un bir dağ köyünde dünyaya gelir Selahattin. Aydın ailesinin ikinci görme engelli çocuğudur. Yaşadıkları coğrafya, görme engelli olduklarını unutturur hep. Çünkü dağa çıkar, ata biner, ağaçlara tırmanıp meyveler toplar. Kimse ona “Sen göremiyorsun, yapamazsın” demez. Oyuncaklarını bile kendi yapar. Onun araba tekerlekleri kadar kimseninki 360 derece yuvarlak olmaz. Yeni bilgiler öğrenmeyi çok sever. Henüz 6-7 yaşındayken günlük gazeteleri takip eder, babası sürekli kitap okur ona. 8-9 yaşındayken de Gazeli’yi dinler hep.
Okul çağı gelen arkadaşları hazırlık yaparken Selahattin’in de içi gider: “Ben de okula gitmek istiyorum” der. Tarsus’ta görme engellilerin gidebileceği bir okul yoktur. Devlet memuru babası bir gazetenin okur hattına “Görme engelli oğlumu nerede okutabilirim? Bana yardımcı olur musun?” diye mektup yazar. Kısa sürede cevap gelir. Meğer Gaziantep’te bir körler okulu varmış.
Yeni bir hayata başlayan Selahattin’i anne-babası okuluna bırakır. “O an kendimi buldum” diyen Aydın, sömestir tatiline kadar okulda kalır. “Çaycılık yapamam, inşaatlarda çalışamam. Ancak okuyarak hayatımı kazanabilirim” düşüncesinden güç alır hep. Derslerinde oldukça başarılıdır. İlk ve ortaokuldan sonra Nizip Lisesi’ne geçer. Körler okulunun 15 kişilik sınıflarından sonra 45 öğrenciyi bir arada bulunca şaşırır.
Psikolojiyi bitirenler ne yapar bilmese de “İngilizce’yi iyi konuşursam, kolay iş bulurum” diyerek Boğaziçi Üniversitesi’ni tercih eder ve kazanır. Kabartma materyal bulmakta zorlanır. Bölümü, çok okumayı gerektirir. Her şeye rağmen hazırlık sınıfıyla birlikte 5 yılda okulunu bitirir, öğretmenliğe başlar.
Selahattin Bey’in teknolojiyle arası çok iyidir. Çünkü teknoloji onların imkânsızlıklarını yok eder. Bunun için Amerika’da “Görme engellilerin teknolojiyle ilişkisi” konulu özel bir kursa katılır. Ders arkadaşlarının arasında bilgisayar mühendisini, doktoru görmek onu hayli duygulandırır. “Bizden geçti; ama sonraki nesiller teknolojiyle tanışmalı, engellerini aşmalı. Bu programları Türkçe sunmalıyız” diyerek Window Eyes’ı Türkiye’ye getirir. Selahattin Bey’in sahibi olduğu Beyid Limited Şirketi, ilk yıllar sadece İngilizce kullanılan bu programın Türkçe versiyonunu yazar. Böylece dil bilen bilmeyen herkes için bu program ulaşılabilir hale gelir. “Bilgisayar kullandığınızda artık görüyorsunuz. Okuyup yazabiliyor, iletebiliyorsunuz. Şu an belediyelerle ortaklaşa çalışarak Window Eyes’ın nasıl kullanıldığını öğretiyoruz. Henüz yüzde 15’i kullanıyor bu programı. Bilmekle öğretmek farklı. Görme engelli okullarında da bu bilgileri aktaracak donanımlı öğretmen açığı var.” diyor Aydın.
Selahattin Bey’e yaşadığı olumsuzlukları sorduk. Verdiği cevap oldukça ilginçti: “Sistemin bizi dışarı ittiğini düşünüyorum. Toplumsal hayat tasarlanırken aklî dengesi yerinde olan, iki gözü, eli, bacağı, kulağı olan ‘mükemmel insan’ temel alınıyor. Buna uygun değilsen “sistem dışı” kalıyorsun. Oysa dünya, herkesin rahatlıkla yaşayabileceği bir yer olmalı.”
BENİMLE DEĞİL, SAHİBİMLE KONUŞ
Aydın, Yunus Emre Lisesi’ndeki tek görme engelli öğretmen. İşi gereği öğrencilerle birebir diyalog kuruyor. Hiçbir öğrenci ya da öğretmenin kendini yadırgamadığını, zorluk çekmediğini söylüyor. Ona göre, karşı tarafın algısı bizim davranışlarımıza göre şekilleniyor. Beyaz Ay Derneği’nin kurucu üyesi Selahattin öğretmen, biri kendisini engelli diye yadırgadığında; “Benimle değil, sahibimle konuş, benim bir dahlim yok” diyor. Eşi Şengül Hanım, görme engelliler okulunda öğretmen. Kendisi de görme engelli. “Tipik bir ev hanımı” diyor eşi için. Çocukları engelli değil.
GAZETE ALACAĞIM, BURS VERİR MİSİNİZ?
Mustafa Bügelek (34) sıcak siyasetle yakından ilişkili. Engellilerle alakalı birçok projenin arka planında onun ismi var. Vitrinde değil, mutfakta olmayı seviyor ama... O kadar yoğun ki, ne eşine ne de çocuklarına yeterince vakit ayırabiliyor. Ne yaşarsa yaşasın, halinden asla şikayet etmiyor. “Durmak yok, çalışmaya devam” diyenlerden o da…
Malatya’da dünyaya gelir Mustafa Bügelek. Sol gözü görmez, sağ gözü ise az görür. Bir buçuk, iki yaşında sol gözü için yapılan ameliyat başarısız geçer. Hatta sağ gözü de tamamen kapanır. İki yıl da hiç görmeden yaşar. Doktorlar “sonradan açılacak” dediği için gözü açılana kadar öğrenim hayatı askıya alınır. Çünkü babası körler okuluna gitmesini istemez. Mustafa’nın yaşıtları okula başlar. Aradan iki yıl geçer. Gözleri açılmayınca Türkiye’de bulunan körler okullarını araştırır. Bügelek ailesi İstanbul’a göçer bu sebeple. 3-4 gün Üsküdar’daki bir ilkokula gider Mustafa. Fakat öğretmen, okulun ikinci günü düzgün çubuk çizemediği için görme engelli Mustafa’ya kızıp tokat atar. Okul müdürü annesini çağırır ve “Oğlunuz burada eziliyor, onu alıp körler okuluna verin” der. Hasılı, İstinye’deki körler okuluna düşer yolu Mustafa’nın…
10 yaşında birinci sınıfa başlar. Arkadaşları arasında 18’lik delikanlılar da vardır. Görme engelli olsa da sapanla iyi cam kıran, kız arkadaşlarının saçını çekip kaçan bu hareketli çocuk için programlı yaşamak hayli sıkıcıdır. Ama derslerini ihmal etmez. Okumayı çok sever. 5’inci sınıf öğrencisiyken günde en az iki gazete okur. Hem de köşe yazarlarını, Türkiye ve dünyadaki siyasi gelişmeleri… Hatta bir vakıf görevlisine, “Her gün bir Milliyet gazetesi almak istiyorum, bana burs verir misiniz?” diye sorar.
Şile Lisesi’ni kazanıp orada ortaokula başlayan Bügelek, sınıftaki görme engelli üç arkadaşıyla yan yana oturtulur. Liseyi de aynı yerde okur. Edebiyatı çok sever. Kitaplarla arası o kadar iyidir ki; Kadıköy’deki kitap fuarına giderek “Bir kütüphane kurmak istiyorum yurtta. Bana inanıyorsanız, kitaplarınızdan verin” diyerek koca bir kütüphanelik malzeme toplar. Lise birinci sınıftan itibaren hem aktifliği hem de çevresindeki arkadaş topluluğuyla dikkat çeken Bügelek, 1990’da Lokman Ayva ile tanışır. Ayva, o dönemde üniversite öğrencisidir. Beyaz Ay Derneği’nin temelleri de 1990-1991’de atılır.
Son sınıfta üniversiteye hazırlanın tek öğrencidir Mustafa. Çok istediği sosyolojiyi üç puanla kaçırır. Çünkü, üniversite sınavındaki görevli ‘okuyucu’ yarım saat gecikir. Yaşadığı stres, Bügelek’in dikkatini altüst eder. Bir yıl daha hazırlanıp Boğaziçi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni kazanır.
LOKMAN BEY’LE ANKARA’YA GİTMEYİ DÜŞÜNMEDİM
Üniversite yılları hayli yoğun geçen Mustafa Bey, önce Beyaz Ay Derneği’nde gençlik kulübü kurar. 1994’te sivil toplum örgütlerinde engellilere yönelik çalışmalar yapar. 1999 yılında Fazilet Partisi’nin kurulmasıyla birlikte aktifleşir siyasette. 28 Şubat yaşanmış, Refah Partisi tabanı bundan zararlı çıkmıştır. Mustafa Bey ve arkadaşları Lokman Bey’in milletvekili adayları olduğunu belirterek Kutan’dan destek ister. Başkan, bu fikre sıcak bakar, talimat verir: “Diğer engelli arkadaşlar da belediye meclislerine girsin.” Lokman Ayva 3’üncü bölgeden 8’inci sıra milletvekili gösterilir. Lakin 28 Şubat’tan sonra Ayva’nın buradan seçilmesi imkansızdır. Yine de basın danışmanı Bügelek, Lokman Bey’i kamuoyuna tanıtmak için didinip durur.
ENGELLİYE HAYAT KOLAYLAŞACAK
Lokman Ayva milletvekili olamasa da aktif basın danışmanı Bügelek yılmaz. Yeni seçim dönemine daha deneyimli, birikimli hazırlanırlar. 14 Ağustos 2001’de kurulan AK Parti’ye geçen Ayva, 3 Kasım 2002’de İstanbul milletvekili seçilir. Sonrasında yaşananları Mustafa Bey anlatıyor: “3 Kasım seçimleri bittiğinde parti içi analiz yapıldı. Başbakan’dan sonra en çok Lokman Bey’in haberi çıkmış. Çok sevindim. Lokman Bey 1990 yılından beri dostum. Herkes onunla Ankara’ya gideceğimi sandı. Böyle bir şey aklımdan bile geçmedi. Sahnede olmayı sevmiyorum.”
Lokman Ayva’yla çalışmaları biten Mustafa Bey, Özürlüler Koordinasyon Merkezi’ni (ÖKM) kurar. Basın Halkla İlişkiler ve Araştırma Geliştirme Bölümü’nde (AR-GE) görev alır ve İstanbul İl Teşkilatı’nın ÖKM Başkanı olur. 5 sene gibi kısa bir sürede 32 il, 40 beldede teşkilatlanma tamamlanır. Amaçları Türkiye’deki tüm engellilere ulaşabilmek, onların sosyalleşebilmesine katkı sağlamaktır. AK Parti hükümetinin 1 Temmuz 2005’te çıkardığı Engelliler Kanunu’nun hazırlanmasında da emeği geçer: “Kanunu hazırlıyoruz eksiksiz. Ama yönetmeliklerle budanıyor. Yeni kanunların da eksiklikleri var. Yeni düzenlemeler için kolları sıvadık. Yakında meclise sunacağız. Böylece engellilerin sorunları azalacak, hayatları biraz daha kolaylaşacak.”
Mustafa Bey, iki kız çocuk babası. Eşi Ayşe Hanım kendi gibi çok az görüyor. Kızlarında ise sorun yok. Az görmekle, görmemek arasında sıkışıp kaldığı için zaman zaman rahatsız oluyor. Çünkü tuvaletlerin kapısındaki logoları göremiyor. Lavaboya girmeden önce birkaç kez kimin nereye girdiğine dikkat ediyor. Otobüs levhalarını göremeyip sorduğunda da vatandaş dalga geçtiğini sanıyor.