Engellilere bir de böyle bakalım

Efendim, yazımıza bir soru ile başlayalım. Yalnız, önce bir ricam var: Lütfen bu soruya kendiniz cevap vermeden devamını okumayın, olur mu?

                Sizce “Normal nedir?”

                Unutmayın, anlaşmıştık. Önce siz bir cevap verecek, sonra da okuyacaktınız.

                Dünya; gözleri gören, kulakları işiten, boyu 140-190 cm arası, kilosu 40-90 arası, sağ elini kullanabilen insanlara hitap eder genellikle. Niçin?

                Çünkü çoğunluk bu özelliklere sahiptir de onun için.

                Sorumuza dönecek olursak: Kanaatimizce “normal”, çoğunluktur. Evet, normal dediğimiz, çoğunluğun özellikleridir. Peki ama çoğunluğa “normal” dediğimiz taktirde,  azınlığa da “anormal” dememiz gerekmeyecek mi?

                Evet haklısınız, olan da budur zaten. Yazıkki azınlıklar, istisnalar hep anormal görülmüştür, görülmeye de devam etmektedir. Halbuki çoğunluktan farklı olanlara “anormal” olarak yaklaşmak, anormal olarak değerlendirilen bu grubu, olumsuz vasıflarla etiketlemeyi de beraberinde getirir şüphesiz. Bu değerlendirme; kişileri, eşyayı, sıfatları böyle zıtlıklarla değerlendirme alışkanlığımızdan kaynaklanıyor olsa gerektir. Halbuki anormal yerine “farklı” desek daha iyi olmaz mı? Hem istediğimiz manayı verir hem de kastedilen şeye olumsuz manalar da yüklememiş oluruz. Ne dersiniz?

                Görsek de görmesek de; istesek de istemesek de; hem dünyada hem okullarımızda ve dolayısıyla eğitim hayatımızda engelliler mevcuttur. “Gözünü kapayan, yalnız kendine gündüzü gece yapar” der Said Nursi. Bu çocuklarımıza normal değil gözüyle baktığımız müddetçe, eğitim camiası olarak eğitim hizmeti vermeye de gerek görmeyeceğiz demektir. Bu sebeple, önce bu bakış açımızı doğru hale getirmek durumundayız.

Bir hafta sonu bir okulda kurs denetimi için bulunuyordum. Okul müdür başyardımcısına:

-          Hocam, okulunuzda bir özel eğitim sınıfı vardı sanırım, nasıl gidiyor?

Müdür başyardımcısı:

-          Efendim biz o sınıfı yerimiz olmadığı için açamadık.

                Ben:

-          Yeriniz mi yok hocam! Peki bu yılın başında ilkokul birinci sınıflara kaç şube açtınız?

                Müdür başyardımcısı:

-          4 şube açtık.

Ben:

-          Hani yerimiz yok diyordunuz hocam. Olmasaydı 4 şube açamazdınız. Ayrıca 4 yerine 3 açabilir, gerekiyorsa belki sınıfları kalabalıklaştırabilir veya başka okullara gönderebilirdiniz. Niçin böyle yapmadınız?

                Müdür başyardımcısı dilinin altındaki baklayı çıkardı:

-          Sayın Müdürüm, o çocuklar bu okula girsinler, ben idareciliği bırakırım.       

Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Bunu bir eğitimci söylüyordu.

                Bunun üzerine ben:

-          Aman hocam ne kadar iyi olur, biz de hiç olmazsa, konuya doğru yaklaşanlarla çalışırız,

deyivermiştim.        

Benim görme engelli öğrencilerimden biri İstanbul’da bir liseye kaydolmaya gidince okul müdürümüz çocuğu tabir yerindeyse maalesef  kovmuş. Fakat aynı çocuk daha sonra aynı okuldan okul birincisi olarak mezun olmuştu.

Bir de olumlu bir örnek verelim:               ,             

37 yıllık sınıf öğretmeni Fatma Hanım’ın sınıfına hayatında ilk defa bir görme engelli öğrenci geliyor. Fatma Hanım birkaç gün ne yapacağını bilmez halde dolaşıyor. Sonunda öğrencisini kabulleniyor ve kabartma yazıyı öğrenip, öğrencisine de öğretiyor. Tekrar vurgulamak istiyorum, bunu 37 yıllık bir öğretmen yapıyor.

Fırsat vermek çok önemlidir. Ama bu fırsatı verebilmek için bir miktar “vermek” gerek. Yoksa gayretsiz başarı gelmez. Fırsat verebilmenin alt yapısı da iki temel basamaktır:

1-      Bu çocuğun da bir T.C kimlik numarası var, dahası bu bir insan ve ben bu çocuğun da öğretmeniyim.

2-      Eğitim bir haktır; sadaka veya lütuf değildir. Bu öğrencim başarılı olabilir ama başarı yalnızca dereceye girmek değildir.

                Diğer taraftan, engelli öğrencilerin bulundukları sınıfa yalnızca yük getirdikleri düşünülmemeli. Yapılan araştırmalar göstermiş ki, engelli olmayan öğrenciler, engelli arkadaşlarından zorluklarla mücadele, pes etmeme, sabır, yardımseverlik gibi birçok yönden örnek almaktadırlar.

                Evet değerli eğitimci arkadaşlar, karar sizin. Fatma Öğretmen gibi düşünmek veya müdür başyardımcısı gibi düşünmek sizin elinizde. Fırsat veren bir öğretmen olarak mı, yoksa engelleyen öğretmen olarak mı hatırlanmak istersiniz?

 

                                                                                                                                                              Halis Kuralay