Kaynaştırmada Vaziyet
Merhaba kıymetli dostlar,
Çanakkale’nin Bayramiç ilçesinde yaşayan bir anne-babanın 6. ve son çocuğu olarak dünyaya gelmişim. Görme engelliliğim fark edildikten ve ilk travma atlatıldıktan sonra, ben tam bir kaynaştırma hayatına başlamışım. Bu sebeple, kaynaştırma adeta benim hayatımın kendisidir diyebilirim. Neden diyeceksiniz?
Çünkü, bahçesi bulunan, mahallesinde alabildiğince rahat hareket edebildiğim bir Anadolu kasabasıydı doğduğum ve çocukluğumu yaşadığım muhit. Dilediğimce koşabilme, top oynayabilme, at arabasına tutunabilme, eşeğe binebilme şansım vardı. Hatta öyle ki üç tekerlekli bisiklete binme, mahalledeki kamyona çarpma fırsatım bile vardı. Sözünü ettiğim şeyler herkes için önemli olmakla beraber, çok çeşitli sebeplerle, “Aman düşersin, dikkat et kırarsın.” ikazlarıyla hareket serbesti fırsatı bulamayan engelliler için, çok daha önemlidir, zenginliktir.
Kaynaştırma uygulamaları benim hayatımda yaz Kur’an kurslarına gittiğim camide başlamıştı. Başlangıçta 40–50 kişiyle başlayıp sonraları azalan öğrencilerin içinde yüzünden okuyamasam da ezber yapıyor, güzel arkadaşlıklar kuruyordum.
Yaşım okul yaşına geldi. Mahalledeki akranlarım okula gitmeye başladılar fakat ben maalesef. Sorulduğunda gözleri görmeyen çocuğu biz okula alamayız, “Alsak onunla ne yaparız?” kabilinden tepkiler geliyordu. Aslında bizim okullara yaptığımız teklif bilinçsiz bir kaynaştırma teklifiydi. Bu süreyi ağabey ve ablalarımın bana telden yaptıkları harfleri öğrenmekle geçirdim. Bugün bile kitaplarımı imzalarken yazabildiğim harfler, o zamanın eseridir diyebilirim.
Nihayet İstinye Körler Okulu’na yerleştirildim. 3 yıl körlerin arasında okuduktan sonra, İstanbul olarak başlatılan kaynaştırma uygulamasına 4. sınıftan itibaren başladım ve ondan sonra da hep kaynaştırma okudum.
O zamanki uygulanan kaynaştırma sistemi güzel bir modeldi. Aynı bahçe içerisinde bulunan görme engelliler ve normal ilkokul öğrencileri birlikte derse giriyor, beraber çok sesli korolar kuruyor, ders çalışıyor, oyunlar oynuyorlardı. Arada sırada görmeyen arkadaşlarının topunu alıp kaçsalar da bu ilişki zannımca iyi de gidiyordu.
Kanaatimce görme engellilerle birlikte yaşamak, birbirimizi daha rahat anlamak, kusurlarımızı kolay örtmek gibi görünse de rahat hareket etmekten ve doğal karşılanmaktan kaynaklanan değişik körcül alt kültürler oluşabiliyordu. Bolca el şakası yapma, birbirinin ailesini kızdırma, tuhaf sesler çıkarma vs. görme engellilerin arasında bulunmak mutlak mutluluk değilse de görenlerin arasında olmaktan bir nebze daha rahatlıktı ve kolaylıktı. Ama mutlak rahatlık anlamına asla gelmezdi, zira görme engellilik ortak paydası hayat felsefesi, zevkler, tercihler ve siyasi görüş bakımından ortak payda anlamına gelmiyordu. Bazı açılardan gerekli fakat yine de suni bir ortamdı.
Neyse, kaldığımız yerden devam edecek olursak sosyal olarak durum böyleydi de derslerde nasıldı? O zamanki yaygın kullanımıyla körler, beden eğitimi ve resim derslerinden adeta tamamen muaftı. Fakat şu kadarını hatırlıyorum: Öğretmenim görmeden de olsa resim yapabilmem için bir süre uğraşmıştı benimle. Muhtemelen resim görmediğim için gerçek hayatla resmi eşleştiremiyor, denkleştiremiyordum. Çünkü gören arkadaşlarım eşyanın temsili olan resimlere, eşyanın aynıymış gibi muamele yapıyor, ben ise bu durumu anlayamıyordum. Onların masa dediği resmin çizgilerden ibaret bir şey olduğunu gerçek masayla ilgisi ve benzeri olmadığını düşünüyordum.
Beden eğitimi derslerinde ise potaya birkaç basket atışı denemesinin dışında bir şey yaptığımı hatırlamıyorum. Fakat buna rağmen bütün derslerim pekiyi iken, beden ve resim derslerim iyi gelirdi.
Görme engelliler için sayısal dersler eğitim hayatları boyunca hep problem olmuştur. 6. sınıftan itibaren bu durumu açık seçik hissettiysem de ilkokul yıllarında bana problemmiş gibi gelmiyordu.
Bir de o yıllarda en çok kabartma kitaplarımızın gören arkadaşlarımızın okuduğu kitaplarla aynı olmayışından kaynaklanan uyumsuzluk sorunu yaşardık. Konuların sırasında, sorulan sorularda, konunun aktarılış biçiminde farklılıklar etkilerdi bizi.