Öğretmenliğimin ilk ayları

Şubat ayının dokuzuydu. Resmi yazımla birlikte görevlendirildiğim okuluma gitmiştim. Okulun bahçesine girdim. Çocuklar top oynuyorlardı. “Okul müdürünün odası nerde çocuklar?” diye seslendim. İçlerinden biri: “Gel ağabey seni götüreyim.” dedi ve Müdür Beyin odasına kadar bana eşlik etti. Bilmiyordu ki, bu gelen yeni öğretmeniydi.

                Hemen bir gün sonra sırayla bütün sınıflara birer ders misafir olarak gittim ve öğrencilerle tanışıp derslerini izledim. Ben de öğretmen olduğum için ve bir gün derslerine gireceğimi bildiğim için, öğretmenin ve öğrencilerin davranışları ayrı ayrı beni ilgilendiriyordu. Öğretmenlik açısından ilk tespit ettiğim şey, öğretmen kendinden emin olmalı ve yüksek sesle konuşmalıydı.

                İkinci sınıftaki bir öğrenci yanıma yaklaşarak dersteki sessizliği bozmamak için alçak sesle konuşarak: “Öğretmenim size fındık verebilir miyim?” dedi. Şaşırmıştım ve çok hoşuma gitmişti bu davranış. Biraz kekeleyerek “peki” deyip elimi uzattım. “İki avucunuza da öğretmenim” dedi sonradan isminin Özlem olduğunu öğrendiğim sevimli öğrenci. “Ama bunlar çok” dedim. “Olsun öğretmenim bende daha çok var.” Dedi kararlı bir şekilde. Teşekkür edip fındığı alıp cebime koydum.

                Yine misafir olarak girdiğim bir üçüncü sınıfta Türkçe dersinde idik. Salih Öğretmen bir masal okudu. Masalın konusu bir tavşanın güneşe kızıp öldürmesi idi. Tavşan güneşi öldürdükten sonra düşünmeye başlıyor: “Ya şimdi bütün canlılar kendilerine çok faydalı olan güneşi benim öldürdüğümü anlarlarsa ne olur benim halim” diye iç geçiriyor. Salih Öğretmen masalın bundan sonrasını onların tahmin etmesini istemişti de… Hepsi de,  masalın bitiminde muhakkak tavşanı öldürmüşlerdi.

                Hele 4. Sınıf Öğretmeni arkadaşın “Halis Bey, benim dersime girer misin?” dediğinde benim “Olabilir” dediğim halde nasıl kaygılı kaygılı “Siz de refakat edin, ben yalnız uygulamasını gösterebilirim” dediğimi hatırlıyorum. Birden heyecana kapılmış ve çocuklara nasıl hakim olurum acaba diye merak etmiştim. Fakat derse girdiğimde gördüm ki, çocuklar söz dinliyorlardı. Bunda derslerine yeni bir öğretmenin girmesi ve öğretmeni tanımazlığın yanında, küçük sınıf olmalarının da etkisi vardır sanıyorum. O günden sonra kendime güven geldi. Zaten yakın bir zaman sonra kursa giden bir öğretmen arkadaşın yerine 5. Sınıfların bir hafta derslerine girmiştim. Kolaydı ve çok zevkliydi.

                Daha sonra 5. Sınıflara İngilizce kurslarına başladım. O yıllarda ilkokullarda İngilizce dersi henüz yoktu. 27 kişiden oluşan beşlerin 26sı kursa katıldı, bir tanesi taa başından kararlı bir şekilde katılmadı. En başlarda bütün öğrencilere zevkli gelen kursta, zamanla azalmalar başladı. Bir defasında bir öğrencim: “Artık, okuduklarımla yazdıklarım farklı farklı olmaya başladı” demişti.

                İlk günleri bu his ve tecrübelerle başlayan kutsal öğretmenlik mesleğime, tam 12 yılımı vermiştim. Doğrusu güzeldi. Bana öyle geliyor ki, tekrar bir pozisyon olsa, seve seve öğretmenlik yapmak isterim.