YOĞUN BAKIMDA GÖZ KIPIRDATMAK
Bir aile dostumuzun 10 yıldan sonra, ikiz bebekleri oldu. Rabbim, 10 yıllık özlemi, ikiz bebekle ödüllendirmişti sanki. Fakat anne; bebekleri, yalnız bir defa kucaklayıp sevebildikten sonra, şiddetli bir kanamayla yoğun bakıma alınmıştı. Dostumuzun bu vaziyetteki hanımına, bir hafta içinde kaç kişiler kan verdi; belki dostumuz bile bilmiyordur. Ama şu kadarını söyleyeyim, daha ilk günlerde 15 kişiyi bulmuştu. Bir hafta boyunca Cerrah Paşa Hastanesi’nin yoğun bakım servisinde 24 saatlik nöbetler sürdü durdu… Hem de zaman zaman ve hatta çoğu zaman iki nöbetçinin bile yetmediği gergin, üzüntülü, heyecanlı bir bekleyiş… Memleketin en ünlü hastanesinin doktorları tedavide aciz kalıyorlardı. Yoğun bakım salonunda bekleyen - beklemeyen dostların hepsi dualar ediyorlar, hatimler indiriliyor, Yasinler okunuyor, Tefriciyeler çekiliyor, dualar, dualar… Ve dostum öyle zor durumda ki, durumun hassaslığı yüzünden kendisine bile eşini göstermiyorlar. Yoğun bakım servisinin kantininde her dakika yıl gibi. Her an her şey olabilir. Mütemadiyen hasta isimleri okunuyor. Tahlil, film isteniyor… Ama her anons duyuşunuzda dünya başınıza yıkılıyor gibi oluyor. Hastalarının ismi duyulunca geç kalmayayım diye hep birlikte ayağa kalkıyor bekleyenler. Orada küçücük gelişmeler insana umut verdiği gibi, kayda değmez gerilemeler de moralinizin bozulmasına yetiyor. Telefonlar hiç susmuyor. Mesela, dostlarına iyi haber veren bir adam şöyle diyor: “Çocuğun durumu iyiye gidiyor, bugün gözünü kıpırdatmış!“ Başka yerlerde hiç de önemi olmayan veya değerini bilemediğimiz şeylerin aslında ne kadar büyük nimetler olduğunu anlıyoruz böylece.
Benim de hastanede bulunduğum günün ertesi sabah, arkadaşım bana rüyamda “Hastamız vefat etti.” diyor. Uyanıyorum. Aynı gerçek gibi. “Rüyaları hayra yormak lazım.” deyip iyileşeceğine yoruyorum. Biraz sonra acı haber geliyor: Hastamız gerçekten Rabbine kavuşmuş. Doğum sebebiyle lohusalık anında vefat ettiği için inşallah Peygamber Efendimizin müjdesiyle şehit oldu. Allah geride kalanlara sabır versin. Allah gani gani rahmet etsin. Onun imtihanı inşallah güzel bir sonla noktalanmıştı.
Bediüzzaman Said Nursi, “Onun marifetiyle elemler lezaize inkılab eder.” demektedir. Yani Rabbimizi bilmezsek; onun hikmetine, hâkimiyetine, merhametine güvenmezsek ve onu tanımazsak dünyevi açıdan dayanılası bir durum değil. İkiz çocuğuyla ortada kalmış bir baba… Fakat bizler insanız ve fıtratımızdan gelen bir acıma duygusuyla biz de çok üzüldük ilk anda. Biz onu teselli etmeye çalışırken arkamıza dönüp ağladığımız oldu. Bunlar insaniyetin iktizası. Fakat madalyonun öbür yüzünü çevirmek ve oradan bakmak için geç kalmamak gerekirdi. Biraz dikkat edersek anlıyoruz ki bizlerin üzüntüleri, ağlamaları; hep ölen insanın dünyası içindir. Eğer biz şehit olan zatı gerçekten seviyorsak, onun mutluluğundan mutluluk duymalıyız. Eğer böyleyse o cennete gitti inşallah. Bizden çok daha tatlı, lezzetli bir hayat sürüyor. Niçin üzülüyoruz ki? Yani yokluğa, bir daha görüşmemek üzere bir yere gitmedi. Ruhunu en güvenilir birine, Azrail’e (a.s.m.) teslim etti. Günah kazanmasına imkân kalmadı. Hatta muhtemelen sevap hanesi işlemeye, yazılmaya devam ediyor. Bütün peygamberlerin, evliyaullahın gittiği yere gitti. Hepsinden önemlisi; sevgililerin en sevgilisi Hz. Allah’ın (c.c.) huzur-u daimîsine gitti, O’na kavuştu. Niçin üzülüyoruz?
- Ama onu kara toprağa bıraktık?
- Olsun, berzah âleminde cesedin bir önemi yok ki. Cesetler kıyametten sonra tekrar dirilecek, orada ruh önemlidir.
- Ama bebeklere kim bakacak?
- Anne karnındayken bebekleri anneden bile habersiz en güzel surette besleyip büyüten Allah, (c.c.) onları sahipsiz bırakmayacaktır, merak etmeyiniz.
- Ama babaya yazık değil mi?
- Allah, (c.c.) musibeti sevdiği kullarına verir. Allah (c.c.) kuluna verdiği sıkıntıları ücretsiz vermez. Rabbimizden geldiğini bilir ve sabredersek; sıkıntımızın yüz, belki bin katı kârlı çıkabiliriz. O, adaletle muamele eder.
- Bu kadar insanın duaları kabul olmadı da iyileşmedi, öyle mi?
- Hangi hastalığa hangi ilacın iyi geleceğini doktorlar bilir. Hasta, doktora “Şu ilacı ver.” dese doktor daha iyi bir ilaç biliyorsa onu verir. Hastanın istediğini vermedi diye üzülmez. Bir adam bir erkek evlat ister, Allah (c.c.) ona Hz. Meryem gibi bir kız evlat nasip eder. Dua kabul olmadı denmez. Bu kadar edilen dualar inşallah mevtanın ahireti için kabul olmuştur.
Bizler hayatın bakî olmadığını; ancak bu tür musibetler, hastalıklar, ölümler sayesinde anlıyoruz. Kalpler yumuşuyor, gözler doluyor, eller açılıyor, yalvarmalar semaya ulaşıyor… Riya, gösteriş girmeden saf bir ibadet yapıyoruz. Rabbimize yaklaşıyoruz inşallah. Şairin:
“Hasis sarraf, kendine bir başka kese diktir
Mezarda geçer akçe, neyse onu biriktir”
Dizelerini hatırlıyor ve uyanıyoruz. Maalesef ki bu uyanışımız çok uzun sürmüyor. Rabbim cümlemizi gaflet belasından kurtarsın. Allah’ın mülkünde Allah’ın kulları gibi davranmayı nasip etsin. İstemesek de elimizden çıkan vücudun emanet olduğu gerçeğini idrak etmek nasip etsin. Böylesi durumlarda bizlere kendi imtihanımızın zorluğundan ağlayıp Rabbimizden yardım dilemeyi nasip etsin.