Bayılmak

Ağabeyimle beraber Çapa Kızılay kan merkezindeyiz. Binaya girişte “Kan almaya geldiniz, peki hiç kan verdiniz mi?” yazısı bizi karşılıyor. Babamın ameliyatında gerekli olan iki ünite kan için sabah 9’da Kilyos’tan çıkıp, İstinye Devlet Hastanesi’ne uğradıktan sonra, saat 11.30 sularında Çapa Kızılay Kan Merkezi’ndeyiz. AB Rh negatif kan arıyoruz. Abimle ikimizin de kanı tutmuyor. Burada yapacağımız işlem, biz ikimiz iki ünite kan vereceğiz, “kan merkezi” de bize iki ünite bizim istediğimiz kandan verecek.

                Kaydımızı yaptırdıktan sonra içeri girip sırt üstü uzanarak sedyede kan verme vasiyeti aldım. Gayet rahat avucumu sıkıp açarak kan vermeyi tamamladım. Biraz sonra Hemşire Hanım “İyi hissediyorsanız kendinizi kalkabilirsiniz.” dedi ve ben kalktım. Ağabeyim de vermişti.

                Abimle beraber aynı masaya oturduk. Bir taraftan meyve sularımızı içerken ve bisküvilerimizi yerken, bir taraftan da böyle kurumların ehemmiyetinden bahsediyorduk. Bu tür kurumların değerini, başımıza gelen bazı hadiselerin bize hissettirebildiğini konuştuk. Hatta ben ayda 50.000 TL yardımda bulunsa, birkaç litre meyve suyu demek olacağını söyledim.

                Daha sonra dışarıya çıkıp, alacağımız kanın takibine başlamıştık. Ağabeyim, benim oturmamı söyledi. O işe koyuldu, ben de oturmaya başladım. O arada neler düşündüğümü bilmiyorum. Aradan birkaç dakika geçmeden kendimde çok hafif bulantı benzeri bir şeyler sezdim fakat hafifti aldırmadım. Bir de daha önce verdiğim kanlardan sonra gayet iyiydim ya… Eh bu defa da bu kadar etkilesin ne olabilir diye düşündüm. Fakat arkadan bulantı arttı. Başım dönüyor gibiydi sanki, belki de gözüm kararıyordu. “Ağabey” diye seslendim. Sesimin çok çıkmadığından ve ağabimin beni duymadığından emindim. Bir taraftan da nasıl olsa geçer düşüncesiyle pek aldırmadım. Oturduğum sandalyede dizlerimin üzerine eğilerek rahatlamaya çalışacaktım. En son hatırladığım buydu, gerisini hiç hatırlamıyorum.

                Birden kulağıma hızlı adımlarla bana koşan insanların “Tutun, kaldırın, ayaklarını havada tutun” gibi heyecanlı sesleri geldi. Bitkin bir halde kendimi sandalyede otururken önümde duran sehpanın üzerinde hissettim. Önce bir süre nerede olduğumu hatırlamaya çalıştım. Sanki derin bir uykudan uyanıyor gibiydim. Evde miyim acaba hayır burası ev değildi. Okulda mıyım? Yoo, yoo burası okul da olamazdı. Başucumda ağabeyimle ve o tanıdığım doktorunun sesi. İşte o an hatırladım kan merkezinde olduğumu, anlaşılan ben bayılmış ve yere düşmüştüm. Ama nasıl olur, bu nasıl bir şey? Şimdiye kadar hiçbir şey benden cereyan etmedi. Dizlerimin üzerine eğildiğimden sonra ben bayılmış ve yere düşmüşüm ağabeyimin ifadesine göre. Aslında olaya o dahi aynen şahit olamamış. O, yalnızca yere küt diye bir şeyin çarptığı sesinin kulağına gelmesi. Dönüp baktığında büyük bir panikle beni yerden kaldırmaya uğraşmış. Bütün söylediği niye fenalaştığını bana daha önceden söylemedin? Fakat çok kısa sürede oldu ve ben böyle olacağını nerden bilebilirdim?

                Yaşım 25’ti ve ben o bayılma anına kadar her konuda kendime güvenir ve kendime hakim olduğuma öylesine emindim ki… Hatta yolda ağabeyime, kendimin neler yapabildiğimi, diğer bir tabirle daha nelere, haşa, kadir olduğumu anlatmaya çalışıyordum. Fikren bildiğim acziyetimi dolu dolu yaşadım ve hissettim. Ama emin olun hala kabullenemiyorum sanki.

                Bu beklenmedik olay üzerimde büyük tesir yaptı sanıyorum. Hayatın, hassas dengeler üstünde duran büyük bir sanat ve nimet olduğunu anladım. İnsan her gece uyuyor, her sabah uyanıyor, bazen bayılıyor da hala kendisinin ebedi olduğundan öylesine emin. Sorarsanız, istisnasız herkes “ölümün zamanını bilemeyiz, belki yarın belki yarından da yakın” deyiveriyor. Fakat bunu ağzı söylüyor, aklı söylüyor fakat duyguları ve kalbi bir türlü inanmıyor.

                İspatı var, anlımın köşesi, gözümün altındaki kemik ve kaşımda biraz acı var ve sıyrık var, ağabeyim “kafan yere çarptı” diyor. Yere çarpan benim kafam ama ben bilmiyorum. Sanki “bana niye haber vermedin ağabey, yaşadıklarımı izlemek isterdim” diyesim geliyor. Evet, hayatım; benim zannettiğim kadar kontrolümde değilmiş. Kainatın mühendisi biz değiliz ki, her şey bizlerin istediği gibi ve istediği kadar olsun.