Engelliler ve Sosyal Politikalar
Ülkemiz nüfusunun %12.29 unu engelliler teşkil etmektedir. Bu oran, engelli olmayanlarla kıyaslandığında küçük gibi görünmekle beraber, çeşitliliği ve götürülmesi gereken hizmetlerin çokluğu açısından değerlendirildiğinde keyfiyetli bir alan olarak karşımızda durmaktadır. Bu gruba görme, işitme, zihinsel engelliler ile bedensel engelliler ve kronik hastaları alarak kabaca beş gruba ayırmak mümkündür.
Engelliyi nasıl görmeliyiz?
Malumdur ki, tek bir dünya vardır ve engellilerin ayrı bir dünyası yoktur. Aynı dünyayı paylaştığımıza göre birlikte yaşamak ve iyi ilişkiler içinde bulunmak durumundayız. İyi ilişkinin olabilmesi için, tarafların birbirini güzel tanımaları gerekir.
Peki, engelliler ve engelli olmayanlar arasında söz konusu güzel ilişkiler mevcut mudur? İstisnalar dışında yazık ki hayır. Çünkü engelli olmayanlar, engellileri yeteri kadar tanımamaktadır. Oysa engellileri tanımadan, engelliyi tanımadan, doğru bir bakış geliştirmek, doğru bakış geliştirmeden, sağlıklı ilişkiler kurmak ve hizmet götürmek mümkün değildir. Bu bakımdan yazımıza engellileri nasıl anlamalıyız konusuyla başlayalım istedik.
Normal ve anormal nedir?
Normal; iki gözü gören, iki kulağı işiten, sağ elini kullanabilen, boyu ne uzun ne kısa olmayan, kilosu 50-100 arasında bulunan kimselere denir. Bir başka ifadeyle, bunların dışında kalanlara da anormal denir. Bu tariften de anlaşılacağı üzere, aslında “normal dediğimiz çoğunluktur” desek yanlış olur mu? İşte esas mesele budur. Biz aslında çoğunluğa normal, azınlık ve istisna olana da anormal diyoruz. İşte engellilerle ilişkin yaklaşım probleminin özünde bu yatmaktadır. Daha açık ifade edelim: Engelliler maalesef kafalarda aşağı, eksik, normal dışı anlayışı vardır ve pek kolay değişeceğe de benzememektedir.
Fakat hemen belirtelim ki: bu bakış, engellileri doğru gören bir bakış değildir. Hâlbuki engellileri aşağı, eksik, anormal görmek yerine; yalnızca farklı ama eşit bireyler görsek, durum çok farklı olacaktır. Bir binaya giremeyen bedensel engelli bir birey için: “Bedensel engelli olduğu için giremiyor” yerine “binanın rampası, asansörü olmadığı için giremiyor” düşünce seviyesine gelemediğimiz sürece doğru bakış sergilemiş olmayacağız. Tabiatıyla makam ve yetki sahipleri, doğru bakışa sahip olmadıkça, engellilere doğru hizmet götürülemeyecektir.
Yukarıda saydığımız tüm engelli grupların ayrı ayrı ve kendi içlerinde türlü ihtiyaçları bulunmaktadır. Engelliler de toprakları içinde yaşadıkları devletin vatandaşlarıdır. Vatandaş olmanın ötesinde insan haklarıyla ilişkilendirilebilecek hususlardır. Başta yaşama, eğitim, sağlık hakkı olmak üzere, devletler engellilerin ihtiyaçlarına göre sosyal politikalar belirlerler ve bunu yasa ve yönetmelikleriyle güvence altına alırlar.
Bir devletin engelliye sağlayabileceği en büyük hak ve güvence, engelli olmayan vatandaşlarca normal insan algılanma hakkıdır. Biraz açacak olursak, toplumların küçük sayılabilecek bir kesimi engellilerden oluşur. Bu sebeple, engelli olmayan vatandaşlar, çoğunluğu oluşturanlar engelli olmadıklarından, normal olanın engelli olmamak olduğu kabulüyle hareket ederler. Bu yüzden çoğu zaman engellileri, normal kabul etmezler. İşte bu yüzden, engellilere götürülen hizmetleri, lütuf gibi değerlendirmektedirler. Bunun 2 sebebi vardır denilebilir:
1- Devlet engellisine erişilebilirlik imkânlarını sağlamadığı için engelliler rahatlıkla toplum içine çıkamadıklarından, yaşam alanlarında engellilere rastlamak pek mümkün olmaz.
2- Devlet; engelli olmayan vatandaşına, eğitim sistemi içerisinde engelliler konusunda yeterli ve nitelikli bilgilendirme sağlamaz. İşte tam da bu sebepten dolayı engelliler; toplum içine çıkmaktan çekinirler.
Bu iki sebepten dolayı toplum engellileri çeşitli yaşam alanlarında göremediklerinden, engellilere karşı yabancılık hisseder ve engellilerle iletişim kurmaktan çekinirler. Bu çekinme engellilerden uzak durmayı, uzak durmak ise, engellilere karşı olumsuz tutumların gelişmesine neden olur.
Nelere ihtiyaç var? Neler yapılmalı?
Nitelikli farkındalık eğitimi:
Bir devletin engellilerle ilgili yapabileceği en büyük hizmet, eğitim sistemi içinde toplumuna engellileri tanıtmaktır. Bunun için gerek ilk, gerek ortaöğretim okulları gerekse de üniversite müfredatında engellilere yer vermeli, öğrenciler mezun oldukları okuldan engellilerle ilgili bilgilenerek ayrılmalarını sağlamalıdır. Başta üniversitelerin yalnız özel eğitim veya psikolojik danışmanlık bölümlerinde değil, eğitim fakültelerinin tüm bölümlerinde engellileri anlama ve özel eğitim konularında farkındalık eğitimi vermesi gerekir. Aksi halde; bir okul öncesi veya ilköğretim sınıf öğretmeninin sınıfına engelli bir kaynaştırma öğrencisi geldiğini düşünün. Bu öğretmenin en azından özel eğitim ve engellilerle ilgili temel bilgilere sahip olması gerekir. Yalnız okul öncesi ve sınıf öğretmenleri değil tüm branş öğretmenlerinin, hatta tüm insanların engellilerle ilgili temel bakış açısı eğitimi almasında büyük yarar vardır.
Engellilerin tespiti:
Bir gruba hizmet götürebilmeniz için, o grubun başta kaç kişiden oluştuğu bilgisi olarak birçok kemiyet ve keyfiyet gösteren yönlerini bilmeniz gerekir. Malumdur ki sayısını bilmediğiniz bir kitleye ne gibi bir hizmet götürebilirsiniz?
Devletin hizmet götürmesi gereken alanlarla ilgili öncelikle bir tespit, teşhis ve inceleme yapması çok önemlidir. Diyebilirsiniz ki madem önemliyse ilk sıraya niye yazmadınız?
Cevabı çok basit: tespit, teşhis ve incelemenin gerçekleşebilmesi için dahi birinci yani nitelikli farkındalık eğitimi gerekir de o yüzden.
Çalışmalarının devam ettiği duyumlarını almakla beraber henüz hayata geçirilememiş bir sistem olmalıdır ki; Bu yapıda, tüm engelliler engelli oldukları anlaşıldıktan itibaren bir bilgi havuzunda toplanmalıdır. Engellilere hizmet veren kuruluşlar, bu havuzdan yararlanarak rehberlik, sağlık, eğitim veya bakım vb. engellinin ihtiyacına göre ilgili alanlara yönlendirilebilmelidir. Düşünsenize bir kez, birbirini seven ve uzun yıllar sonunda evlenebilmiş genç bir çiftin dünyaya gelen ilk çocuklarıyla ilgili, “Çocuğunuz engelli” sözünü duyduğun düşünün. Bu ailenin moral bozukluğu, çöküntü, hayata küsmek ve daha nicelerini yaşayacağını tahmin etmek hiç zor değil. Bu teşhisin konulmasının akabinde, devletin her hangi bir biriminden görevli bir kişinin, ne yapacağını bilmez haldeki bu insanların kapısını çalıp yalnız olmadıklarını göstermesi ne kadar büyük insani bir hizmet olur değil mi? Bu, yalnızca psikolojik destekle sınırlı kalmayıp, doğru yönlendirmelerin de yapılabileceği bir çalışma olmaz mı? Başına böyle bir hal gelen her ailenin Amerika’yı yeniden keşfetmek yerine, tecrübeli insanların desteğini alması, boş deneme ve yanılmalarla zaman ve kaynak israfına da engel olunmuş olur şüphesiz.
Bu tespit ve yönlendirme yapılamadığı içindir ki, milli eğitim, bir sonraki yıl hangi türden kaç engellinin okula başlayacağını bilememekte ve bu sebeple planlama yapamamaktadır. Devlet olarak stratejik planlar yaptığımız bir devirde söz konusu eksikliğin yaşanmaması için gereken tüm tedbirlerin alınmasında büyük yarar vardır.
Çünkü eğitim çok özel ve kutsal bir insan hakkıdır, sadaka veya lütuf değildir. İşte burada bile, en başta ifade ettiğimiz engellilerle ilgili bilgilendirilme gerçekleşmediği müddetçe eğitimde de problem yaşanır. Engellinin eğitim hakkı eksik anlaşılırsa, “nasıl olsa engellilerden fazla verim alınamıyor, onlara eğitim vermesek de olur” düşüncesi sürer gider. Engellinin ne olduğu bilgisi tam verilmemiş bir kimse, engelliyi yanlış anlar ve anladığına göre muamele yapar. Bu durumda engellilerin eğitimi, bilgisi olmayan kişilerin insafına terk edilmiş olur. Bunun da sorumlusu doğrudan doğruya devletin tüzel kişiliğidir. Engellilerin eğitiminde veya eğitime erişiminde gerekli planlamalar yapılmadığı takdirde engelliler, yeteri kadar eğitim alamaz ve eğitim alamamanın bir devletin başına getireceği yük ise, eğitim vermenin getireceği yükten çok daha fazladır.
Özel eğitim tabir ettiğimiz, engellilerin eğitimi alanında son yıllarda gözle görülür gelişmeler kaydedilmektedir. Hakkını yemeyelim; çok sayıda özel eğitim okulu, rehberlik araştırma merkezi açılmış, yüzde yüzleri aşan oranlarda engelli öğrenci artışı sağlanmıştır. Hatta öyle ki, eğitime erişmek noktasından hiç olmazsa yol parası problem olmaktan çıksın amacıyla, engellilerin okullara erişimi devlet eliyle ücretsiz sağlanmaktadır.
Eğitimle ilgili son olarak bir noktayı özellikle vurgulamak isterim: Ülkemiz özel eğitim okullarında maalesef yetişmiş özel eğitim öğretmeni istihdamı, üzülerek ifade etmeliyim ki, %20 civarındadır. Yani sınıfa giren öğretmenlerin halâ %80’si, her hangi bir okuldan mezun ve kendisine kısa bir eğitim verilmiş ücretli öğretmenlerdir. Bu duruma da acilen ve ivedilikle çözüm bulunması gerekmektedir. Özel bölümü bulunan veya özel eğitim bölümü açacak Üniversitelerdeki hoca ihtiyacı için, özel eğitim alanında yurt dışında doktora yapmak isteyen yeteri sayıda öğrenciye burs temin edilmelidir.
Bakım:
Engelli çocuğu olan ailelerin her daim ve bitip tükenmeyen kaygılarının başında ”ben öldükten sonra bu çocuk ne olacak?” kaygısı gelir. Bu kaygıyı bir nebze bertaraf etmek üzere hükumetçe birtakım faydalı çalışmalar yapılmıştır. Bunlardan birisi bakım ücretidir. Engelli çocuğu bulunan ailede, kişi başına düşen gelir, şayet asgari ücretin 2/3-ünden az ise, engelli çocuğa bakan kişiye bir asgari ücret tutarında maaş ödemektedir. Bu uygulamayla devlet demektedir ki, aslında bu çocuğa bakmak benim vazifemdir. Ancak madem sen bakıyorsun, ben de sana böyle bir katkıda bulunayım. Şayet engelli çocuğa sahip olup, kendi imkânlarıyla çocuğuna bakamayacak durumda olan aileler için ise, özel bakım kuruluşlarından bakım hizmeti alma hakkı getirilmiştir. Eksikleri ve tartışılabilecek tarafları olmakla beraber bu gelişmeler olumludur.
Ne var ki, engellilerin bakım ihtiyacı sözünü ettiğimiz sürekli bakımla sınırlı değildir. Engelli ebeveynleri, çeşitli ihtiyaçlarını görmek için, (hastaneye, alışverişe, devlet dairelerine gitmek gibi) çocuklarını gün içinde kısa süreli bırakacak yer ihtiyacı da ayrıca duymaktadırlar. Bu ihtiyacın dikkate alınarak belirsizlikten ve kimi belediyelerin gönüllü yaptıkları faaliyet olmaktan çıkarılarak mevzuata yerleştirilmesi yerinde olacaktır.
İstihdam:
Kişilerin mutlu bir iş hayatının olması çok önemlidir. Bir başka şekilde ifade edecek olursak, işsiz kalmanın yalnız kişiye getirdiği ekonomik yükün dışında, bir işe yaramamak ve değersizlik gibi hiç istenilmeyecek bir yönü daha vardır. Engellilerin de, her iki sebepten bir iş sahibi olmaları önemlidir. Yine hem ekonomik hem psikolojik yönden düşünüldüğünde bir engelliyi iş sahibi yapmak, devlet için de her yönüyle kârlı bir iştir.
Son yıllarda bu konuda da birçok gelişmenin olduğu inkâr edilemez. İŞKUR; özel sektöre yönelik iş garantili kurs düzenleyenlere mali destek verirken, devlet, özürlü memur seçme sınavı düzenleyerek devlet bünyesinde engelli istihdamını arttırmayı hedeflemektedir. Fakat İŞKUR’un, elindeki mali imkânları daha planlı ve verimli kullanabilmesi konusunda daha etkin bir yönetim sergilemesine ihtiyaç var olduğu görülmektedir. Zira dışarıdan bakana, çok para harcanmasına rağmen, sanki istihdam edilen engellilerin oranı, harcanan para ile orantılı değil gibi gelmektedir.
Engellinin istihdamı, engelli yakınlarını da fazlasıyla mutlu eden bir özellik arz etmektedir. Bu konuda bir velimiz aynen şöyle demekteydi:
“İstiyorum ki benim çocuğum da sabah belli bir saatte işine gitsin, orada akşama kadar bir işle meşgul olsun ve belli bir saatte de mesaisini bitirip evine dönsün. Böyle bir imkân olsun, inanın ben o iş yerinin kapısında akşama kadar da beklemeye razıyım. Kazandığı para da çok önemli değil.”
Ülkemizde engelliler isterlerse 15 yılda emekli olabilmektedirler. Bu hak, ülkemiz geneli için doğru bir yaklaşımmış gibi görünmekle beraber, kanaatimizce çalışamayacak durumda olmadığı müddetçe engelli çalışmalıdır. Erken emekli olmanın engelliye hiçbir avantajı neredeyse yoktur. Çünkü piyasa şartlarında başka iş bulmak için rekabet etme şansı zayıftır. Çünkü erken emekli olan bir engelli, her ne kadar ülkemizde erken emekli olmaya karşı yerleşmiş olumlu tutum gereği engelli bu hakkını kullanmak istese de emekli olduktan sonra pek mutlu olmadıkları görülmektedir. Bu hususun tekrar incelenmesi, çıkan sonuca göre tekrar değerlendirilmesi yerinde olacaktır.
Bir noktanın daha altını çizerek yazıma son vermek istiyorum: Özürlüler yasasında yer almasına rağmen, devlet dairelerinde çalışan engelliler, engelli oluşlarının gereği, ihtiyaç duydukları cihaz ve donanımları halen edinememektedirler. Meselâ devlet memuru olan bir görme engelli, bilgisayarı kullanması için gerekli ekran okuyucu programı çalıştığı kurumundan temin edememektedir. Çünkü kanunda yer almakla beraber, 2005’ten bu yana konuyla ilgili yönetmelik hazırlanamadığından, bu ihtiyacın karşılanabileceği bir gider kalemi bulunmamaktadır. Çalışan engellilerin ihtiyaç duyduğu yazılımsal ve donanımsal cihaz ve malzemeleri kapsayan bir yönetmeliğin de bir an evvel çıkarılması, çalışan engellileri rahatlatacaktır.
Sonuç olarak, yazımızın başından beri değindiğimiz tüm hususlar, gözlem ve tecrübelerimizle engellilerin tespit edebildiğimiz ihtiyaçlarıdır. İnsan ihtiyaçları sonsuzdur. Engellilerin de haliyle birçok ihtiyacı elbette ki mevcuttur. Bu yazımızda biz yalnızca öne çıkmış bir kısmından bahsedebildik. Fakat tekrar edelim ki engellilerin problemlerinin çözülebilmesi için en başta gelen şart, bir devletin engellilerin nitelikli farkındalığını arttırmasıdır. Engelli olmayan bireyler, engellileri sağlıklı biçimde ne kadar tanırlarsa, yukarıda sayabildiğimiz ve sayamadığımız problemler o denli kolay çözülecektir.
Halis Kuralay